3 Haziran 2013
Esas Makale:
http://www .spiegel.d e/internat ional/worl d/the-trib une-of-ana tolia-amer ica-s-dark -view-of-t urkish-pre mier-erdog an-a-73208 4.html
ABD,
NATO Müttefiki Türkiye hakkında endişeli. Büyükelçilik
raporları Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili etrafı
yozlaşmış ve kifayetsiz bakanlar tarafından çevrelenmiş, güce
susamış bir İslamcı portresi çiziyor. Washington artık ülkenin
Avrupa Birliği’ne katılacağına inanmıyor.
Türkiye
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ortada, ABD diplomatik
bağlantılarına göre kendisini “dalkavuk
(ancak kibirli)
danışmanlarından oluşan demirden bir halka” ile çevrelemiş
durumda.
Türkiye
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşik Devletler’in en önemli
Müslüman müttefiklerinden. Göreve başlarken, demokratik İslam
sözü verdi --bölgedeki diğer ülkelere model olabilecek bir hayal
vaadiyle.
Fakat
ABD raporlarına güvenecek olunursa, Türkiye, bu hayali
gerçekleştirmekten oldukça uzak. Erdoğan? Güce susamış bir
İslamcı. Bakanları? Kifayetsiz, eğitimsiz ve bir kısmı
yozlaşmış. Yönetim? Bölünmüş. Muhalefet? Gülünç.
ABD
diplomatları geride kalan 31 yıl boyunca Ankara’dan Washington’a
binlerce rapor gönderdi. Son raporlar oldukça acımasız. ABD
hükümetinin ülke ile ilgili resmi olarak söylediği her şey ile
çelişkili bir Türkiye görüntüsü aktarıyor.
Birincisi
ve en önemlisi; ABD, Erdoğan’a güvenmiyor. Mayıs 2005 tarihli
bir rapor kendisinin gerçekçi bir dünya görüşü olmadığını
söylüyor. Bu belgeye göre Erdoğan, Türkiye’yi yönetmek için
Tanrı tarafından seçildiğine inanıyor ve kendisini “Anadolu’nun
Lideri”*
olarak
addetmekten hoşlanıyor.
ABD
diplomatları Erdoğan’ın neredeyse tüm bilgi akışını İslam
yanlısı gazetelerden aldığını – bakanlarından gelen
analizleri dikkate almadığını iddia ediyor. NATO üyesi ülkeler
arasında en güçlü ikinci ordusu olan askeriye ve gizli servis
artık bazı raporları kendisine göndermiyor. Raporlar, hiç
kimseye kesinlikle güvenmediğini ve kendisini “dalkavuk (ancak
kibirli) danışmanlarından oluşan demirden bir halka” ile
çevrelediğini söylüyor. Kabadayılığına rağmen elindeki gücü
kaybetmekten korktuğu söyleniyor. İlgili
bir bilirkişi, Erdoğan hakkında Amerikalılar’a şöyle diyor :
“ Tanrıya inanıyor… ama ona güvenmiyor.”
Yolsuzluk
Suçlaması
Erdoğan,
İslamcı-muhafazakar parti AKP’yi kurduktan iki yıl sonra 2003’te
başbakan olarak göreve geldi. Seçim kampanyaları sırasında,
Erdoğan, yolsuzluğun hakkından gelmeyi amaçladığını beyan
etti.
Fakat,
2004’ten beri, haber kaynakları, ABD diplomatlarına Türkiye’de
yolsuzluğun Erdoğan’ın ailesi dahil her seviyede olduğunu
söylüyor. Hiçbir suçlama kanıtlanmadı – haber kaynakları
başbakana iftira atıyor olabilir. Ancak bu kaynakların raporları
Amerika’nın Türkiye imgesini çarpıcı haberlerle şekillendirdi.
Söylentiler
kulağa aşırı geliyor. Bir üst düzey hükümet danışmanın,
bir gazeteciye, Erdoğan’ın devletin petrol rafinerilerini satarak
kendisini zenginleştirdiğini itiraf ettiği söyleniyor. Bununla
birlikte, Enerji Bakanlığı’ndan bir kaynak, ABD’ye, başbakanın
eski okul arkadaşlarından birinin sahibi olduğu gaz boru hattını
mürekkeplemeleri yönünde İranlılara başbakanın bizzat baskı
yaptığını anlattı. Bu pazarlık takip edenleri şaşırttı: bu
şirket limanlar yapıyordu; fakat enerji sektöründe çok az
deneyime sahipti. İsmi açıklanmayan iki ABD kaynağı, Erdoğan’ın
sekizin üzerinde İsviçre bankası hesabı yönettiğini iddia
etti.
Erdoğan’ın
partisi, AKP, suçlamaları şiddetle yalanlıyor. Ve başbakan,
servetinin oğlunun düğününde takdim edilen hediyeler sayesinde
oluştuğunu iddia ediyor. Bunun yanı sıra, bir Türk işadamının
dört çocuğunun Amerika’daki eğitim masrafını karşıladığını
söylüyor. Amerikan Büyükelçiliği ise bu tip açıklamaları
basit görüyor.
“Teknokratik(*)
Derinlik Eksiliği”
Görünüşe
göre Erdoğan temel politik hamlelerde başarılı olmayı iyi
biliyor. Amerikan raporlarına göre, AKP, 2004 Trabzon vali
seçimlerinde aldığı acı yenilgi sonrasında, söylentilerce,
yakın arkadaşı Faruk Nafiz Özak’ı yerel futbol kulübü olan
Trabzonspor’un başına getirdi. Haber kaynakları, doğruluğu
kanıtlanmamış suçlamalar dahilinde, Erdoğan’ın Özak’a
gizli bir hükümet hesabından milyon dolarlar gönderdiğini ABD
Büyükelçiliği’ne bildirdi. Haziran 2005 tarihli bir habere
göre, Özak, bu paraları takım için daha iyi oyuncular alarak
valiyi gölgede bırakmak üzere kullanacaktı. Erdoğan, SPIEGEL’in
görüşme çabalarına yanıt vermedi; ama WikiLeaks’in
güvenilirliğinin sorgulanabilir olduğunu söyledi.
ABD
Büyükelçiliği’nin analizine göre, AKP’yi neredeyse sadece
kendi lehine çalışan bir partiye dönüştürdü. Erdoğan ve
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dahil birçok AKP liderinin Müslüman
cemiyetlerine üye olduğu söyleniyor.
ABD
Büyükelçisi Eric Edelman, hükümette “genel bir teknokratik
derinlik” eksikliği olduğunu Ocak 2004’te şöyle eleştirdi:
“Görevlere atanmış bazı AK Partililer işlerini öğrenecek
kapasiteye sahip görünürken, diğerleri ya kifayetsiz ya da şahsi…
çıkarlarının peşine düşmüş gözüküyor.” veya kendi dini
cemaat üyelerinden. “Sürekli olarak anektotlar halinde kanıtlar
duyuyoruz… öyle ki ulusal ve lokal seviyede atanmış AK
Partililer ya yetersizler ya da dar görüşlü İslamcılar.”
Birçok
yüksek dereceli devlet memuru, Amerikalılara, Erdoğan’ın
kadrolaşmış adamları tarafından aleyhlerinde dava açıldığını
anlattı. Bu memurlardan birinin söylediklerine göre, Erdoğan,
kifayetsizlik, dar kafalılık ve cehalet sergileyen bir kişiyi
müsteşarı olarak atadı. Bir başka haber kaynağının ABD’ye
bildirdiğine göre Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet
Çubukçu, zinanın suç olduğunu savunucularından biri, Erdoğan’ın
eşi Emine’nin arkadaşı olduğu için göreve getirildi. Eroin
kaçakçılığı ile bağlantılı ve küçük yaştaki kızlara
eğilimi olan bir başka bakan, iltimas ile göreve getirilmek ile
suçlandı.
Trenden
İnmek
Erdoğan
ve AKP seçmenler tarafından saygıdeğer
bulunuyor. ABD diplomatlarının 2004’ün başlarında yazdığı
bir rapora göre; başbakan “doğal bir politikacı”. Halk ile
güçlü bir iletişime haiz, karizmatik ve sokak savaşçısı
içgüdülerine sahip. İstanbul’un sert bir semti olan
Kasımpaşa’da büyüdü ve tutucu Nakşibendi Tarikatı’na
katılmadan önce, gençlik yıllarında, radikal İslamcı bir
organizasyona dahil oldu. Hükümete girmeden önce şöyle
söylüyordu: “Demokrasi bir trendir. Ulaşmak istediğimiz durağa
gelince ineriz.”
Gençlik
yıllarında, sonradan AKP’nin yükselişini için birlikte
çalıştığı Abdullah Gül ile tanıştı. Şimdiyse aralarında
çok derin bir rekabet var. Gül, özellikle başbakan yurtdışı
gezilerindeyken, defalarca Erdoğan’a karşı sorun çıkardı.
Mart 2005’ten bir rapora göre, Gül, Türkiye Dışişleri Bakanı
iken; ABD diplomatları, bunu, Gül’ün Erdoğan’ın
politikalarının altını kazıma ve parti içinde daha fazla güç
elde etme girişimi olarak tasvir etti. Erdoğan’ın aksine Gül,
İngilizce konuşuyor; diplamatlara kendisinin ılımlı ve modern
olduğunu ileri sürüyordu.
Gerçekte,
Gül’ün yakınlarının söylemlerine dayanan büyükelçilik
raporlarına göre ABD, Gül’ü Erdoğan’dan daha ideolojik ve
Batı karşıtı olarak görüyor. Bu belgeler, Gül’ün Erdoğan’ı
kötü göstermek için her fırsatı kullandığını, hatta resmi
ziyaretçilerin önünde kendisi ile ilgili kötü konuştuğunu
iddia ediyor. Gül cumhurbaşkanı olmak için uzun sure çalıştı
ve
böylece Erdoğan’in dengi olacaktı.
Erdoğan, Gül’ün yükselişini engellemeye çalıştı –
başarısız oldu. 2007’nin yazında, Gül, Ankara’daki
cumhurbaşkanlığı köşküne yerleşti.
Anlaşılması
güç ve karmaşık
ABD
diplomatları, iş Erdoğan’ın danışmanı ve Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğluna gelince benzer biçimde gözükara. Kendisinin
Ankara dışındaki politikadan pek anlamadığını söylüyorlar.
Bunu bir talihsilik olarak görüyorlar, çünkü Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne katılmasını istiyorlar; ancak bunun olacağına
artık inanmıyorlar. AB üyeliği yolunda ilerleme kaydetmek adına,
ABD Büyükelçisi, hükümetin, Avrupa’nın bürokratik
taleplerini karşılamak üzere İngilizcesi veya diğer başlıca
Avrupa dillerini iyi derecede bilen birkaç bin kişiyi işe alması
gerektiğini yazıyor. ABD diplomatları, AKP’nin çoğunlukla
Sünni topluluklardaki yoldaşlarını kadrolarına aldığını
yazıyor.
ABD
değerlendirmelerine göre, bazı AKP’li siyasetçiler, Türkiye’nin
AB’ye üyeliğini, Türkiye’nin İslam’ı Avrupa’ya yaymaları
gerektiğine inanmak gibi anlaşılması
güç ve karmaşık
sebeplerle destekliyor. 2004’ün sonlarından bir ABD raporuna
göre, AKP liderlerinden biri, Türkiye’nin rölünün “Endülüsü
geri almak ve 1683’teki Viyana kuşatmasındaki yenilginin öcünü
almak” olduğunu düşünüyor.
Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu, büyük bir ölçüde bu bakış açısını
paylaşıyor ve Amerikalılar, bu emperyalist tavır nedeniyle alarma
geçiyor. Davutoğlu’nun Ocak 2010’da Saraybosna’da yaptığı
bir konuşmasının özeti olarak, ABD büyükelçisi şöyle
yazıyor: “Tezi: Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu Osmanlı
kontrolü ya da etkisi altındayken daha iyi durumdaydı; barış ve
kalkınma egemendi. Ne yazık ki, bölge, bölünme ve savaş
nedeniyle şimdiye kadar hiç olmadığı kadar zarar görüyor.
Fakat, şimdi Türkiye, yönetmeye, hatta birleştirmeye hazır bir
şekilde geri döndü. (‘Davutoğlu: Balkanlar’ı(Osmanlı’yı)
yeniden kuracağız.’).”
Rolls
Royce ve Rover
Davutoğlu’nun
kendini beğenmişliği ve Neo-Osmanlı vizyonu ABD’de endişe
uyandırıyor. Aynı bağlantı, Türkiye “Rolls Royce ihtiraslara
ancak Rover
kaynaklara” sahip, şeklinde yorumluyor. 2004 tarihli büyükelçilik
raporuna göre, Savunma Bakanı Mehmet Gönül, Davutoğlu’nun
Erdoğan üzerindeki İslamcı etkisi hakkında uyardı. Gönül,
ABD’ye şöyle söyledi: “Fevkalade tehlikeli!”
Erdoğan
döneminde İsrail ile ilişkiler dramatik bir şekilde kötüleşti.
İki hükümet, 2008’in sonlarında ve 2009’un başlarında
Hamas’a karşı sürdürülen savaş ve Gazze donanmasına yapılan
saldırı ile ilgili anlaşmazlık halinde. İsrail’in Ankara
büyükelçisi, Gabby Levy, Ocak 2009’da Erdoğan ilişkilerin
sakinleştirilmesinin gerisinde olduğunu söyleyerek şu iddiada
bulundu: “Erdoğan köktenci. Bizden din nedeniyle nefret ediyor.”
Levy, Ekim 2009’dan güvenilir bir ABD büyükelçilik raporuna
dayanılarak alıntılandı.
Amerikalılar,
Erdoğan’ın NATO üye ülkesi Türkiye’yi Batı’dan gittikçe
uzaklaştırmasını endişe ile izliyor. Ülkenin istikrarı ile
ilgili kaygı duyuyorlar. Dönemin Türkiye’deki ABD büyükelçisi
James Jeffrey, Şubat 2010’un sonlarında yazdığı gibi: “Burada
her gün yeni bir gün ve hiç kimse tüm bu düzenin nerede
kırılacağını tahmin edemiyor. Dikkat edilmeli.”
*Teknokrasi,
tüm karar verme süreçlerinin teknik uzmanların ellerinde olduğu
bir yönetim şeklidir. Yönetim kademelerinde sadece, bilgi, deneyim
ve yetenek sahibi bilim adamları, mühendisler, ve teknolojistler
yer alır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder