9 Haziran 2013 Kerem
Öktem ve Karabekir
Akkoyunlu
Esas Makale: http://edition.cnn.com/2013/06/09/world/europe/opinion-oktem-akkoyunlu-turkey-erdogan/index.html?hpt=hp_t1
Türkiye’de
hükümet karşıtı gösteriler
Yayıncının
notu: Kerem
Öktem, St. Antony’s College Avrupa Araştırmaları Merkezi’nde
araştırma görevlisi olup aynı zamanda Oxford’da Güneydoğu
Avrupa Araştırmaları uzmandır.
Karabekir
Akkoyunlu ise London School of Economics’de araştırmacı olarak
Türkiye ve İran’daki sosyal ve siyasi değişimler üzerine
çalışmaktadır.
(CNN) –
Türkiye ne bir Mısır, ne de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir
Hüsnü Mübarek. Bu bir “Türk Baharı” değil, ancak seçimle
başa gelmiş bir liderin kendini beğenmiş hükmü ve bölücü
siyasetine bir mesaj.
Bunlar
hem Türk yorumcularımızın –bunlara biz de dahiliz, hem de
uluslararası medyanın bize getirdiği ana mesajlar.
Financial
Times’ın bize hatırlattığı gibi, Erdoğan’ın hala bir
seçimi var: Fransa eski Başkanı Charles de Gaulle’un devlet
adamlığının seviyesine çıkabilir ya da siyasi hayatının geri
kalanını Rusya Başkanı Vladimir Putin’in Türkiye’deki bir
benzeri olarak yaşayabilir...
Şuan
gösterilerin başlangıç noktası olan Gezi Parkı’nda, Taksim
Meydanı’nda, başkent Ankara’da sorulan soru şudur: acaba
Erdoğan’ın Gezi Parkı’nın ilk isteklerini kabul etmeye siyasi
kararlılığı ve cesareti var mıdır?
Bu
kişisel bir hayali olan Topçu Kışlası’nı yeniden inşa edip,
parkı bir AVM’ye çevirmekten vazgeçmesi demektir. Ancak
başbakanın geçmiş performansları bunun aksini söylüyor.
Hatta muhtemelen
olayların çok hızlı bir şekilde bu noktaya gelmesini tek ve en
önemli nedeni de, başbakanın aynı geçmiş yıllarda da kendini
gösterdiği gibi, eleştiri ve muhalefeti dinlemekteki
yeteneksizliğidir.
Hitabı
ve dili öylesine kontrolden çıkabilmektedir ki, kadınlara kaç
çocuk doğularacaklarından, bir kafede bir kadehin keyfini çıkaran
insana alkolik diyebilecek kadar ileri gidebilmektedir.
Dahası,
ülkedeki yasal bütün sendika ve örgütlerin gösterileri, siyasi
hareketler ve öğrenci grupları orantısız bir polis şiddetiyle
bastırılmaktadır.
Sadece
iki yıl önce oyların neredeyse %50’sini alarak seçimle başa
gelmiş bir hükümetin, durdurulamaz bir ekonomik büyüme içinde
olan bir devletin böylesine bir şiddet ve baskı yönetimi içinde
olması anlamsızdır.
Bu
denli bir halk desteği alan bir hükümetin birkaç gösteriye
tahammül edemeyip, çevreyi bozacak, rant peşindeki şehir yenileme
projeleri yerine, meşru ve haklı bu istekleri kabul edemeyişini
merak edebilirsiniz.
Yurt
dışında ve ülkesinde saygı gören, seçilmiş bir başbakan
halkından gelen herhangi bir muhalefeti neden böylesine bir
şiddetle bastırmak istesin? Hem de durum Türkiye siyasetinin
zirvesindeki koltuğunu tehtid bile etmezken...
Cevabın
bir kısmı Türkiye’nin yakın tarihindeki demokratik olmayan
müdahelelerde yatıyor: Kemalist zümre, ordu, yargı ve sözde
“derin devlet” gibi unsurların görünür devlet
mekanizmalarında hareket ederek, 2002’de seçimleri ilk kazandığı
günden beri AK Parti’nin sonunu getireceklerine dair olan komplo
teorisi.
O
zamandan beri parti, 2000’lerin ortasında Hristiyan misyonerlerin
çözülmemiş suikastlarına dayanarak aşırı-milliyetçi
grupların kurguları, Türk-Ermeni gazeteci Hrant Dink cinayeti,
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün seçiminden önce yapılan
Cumhuriyet Yürüyüşleri ve 2008’de parti alehine Anayasa
Mahkemesi’nin kıl payı durdurduğu yasama karşısında bir
iktidarına karşı sorunlar yaşamıştır.
Bütün
bu deneyimler, Erdoğan ve AKP’nin diğer birçok üyesin, Türk
siyasetine bir komplo gözlüğünden bakmasına neden olmaya
başladı. Ancak bu deneyimlerin sorumluluğu sadece AKP’de
değildir.
Daha
da önemlisi, yasama ve ordudan gelen bu tip müdaheleler AKP
hükümetini, kurum ve kuruluşları yandaşlarıyla doldurarak zaten
zayıf olan kontrol ve denge mekanizmalarını kaldırmaya yöneltti.
Komplolara
yatkın bu mantık, zayıf kontrol ve denge mekanizmalarıyla
birleşince Erdoğan’ın aşırı özgüveni bir yanda,
güvensizliği ve taraflılığı öbür yanda tehlikeli bir karışım
olmuştur.
Gezi
Park’ındaki alışveriş merkezi, üçüncü köprü, yeni
havalanı, Marmara Denizi ve Karadeniz’i birleştirmesi gereken
proje kimseye danışılmaksızın, toplumsal tartışma olmadan
düzenlenmiştir.
Bu
projelere yöneltilen her türlü eleştirinin başbakana yerli ve
yabancı güçlerin müdahelesi gibi görünmesi, onun
güvensizliğinin bir göstergesidir. Taksim protestolarının gizli
ordu ajanları, koyu Kemalistler, İran ajanları ya da Suriye
provokatörleri tarafından yapılmadığını anlayamayışı, kendi
felaketinin başlangıcıdır.
Erdoğan’ın
aklı selim bir değerlendirme varıp, Gezi Parkı protestocularının
isteklerini yerine getirir, polis şiddetine tarafsız bir tutumla
Türkiye’yi bir polis devletine çeviren sert müdaheleri gözden
geçirir mi bir soru işareti:
Ancak
eğer bunları başarırsa, Türk tarihine ülkesini 21. Yüzyıla
taşımış, ordunun vesayetini bitirmiş, ülkedeki en geniş
azınlık olan Kürtler’in uzun yıllar sürmüş hak savaşını
sonlandırmış bir devlet adamı olarak geçme şansı vardır.
Eğer
ki başaramazsa, ülkesini kutuplaşmaya, siyasi huzursuzluğa
sürükleyecek; hükümeti, ekonomi ve sonuçta Türkiye
kaybedecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder