12 Haziran 2013 Çarşamba

"Mazlumdan Zalime: Erdoğan’ın Bitmemiş Dönüşümü" - CNN

9 Haziran 2013                 Kerem Öktem ve Karabekir Akkoyunlu

Türkiye’de hükümet karşıtı gösteriler
Yayıncının notu: Kerem Öktem, St. Antony’s College Avrupa Araştırmaları Merkezi’nde araştırma görevlisi olup aynı zamanda Oxford’da Güneydoğu Avrupa Araştırmaları uzmandır.
Karabekir Akkoyunlu ise London School of Economics’de araştırmacı olarak Türkiye ve İran’daki sosyal ve siyasi değişimler üzerine çalışmaktadır.


(CNN) – Türkiye ne bir Mısır, ne de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir Hüsnü Mübarek. Bu bir “Türk Baharı” değil, ancak seçimle başa gelmiş bir liderin kendini beğenmiş hükmü ve bölücü siyasetine bir mesaj.

Bunlar hem Türk yorumcularımızın –bunlara biz de dahiliz, hem de uluslararası medyanın bize getirdiği ana mesajlar.

Financial Times’ın bize hatırlattığı gibi, Erdoğan’ın hala bir seçimi var: Fransa eski Başkanı Charles de Gaulle’un devlet adamlığının seviyesine çıkabilir ya da siyasi hayatının geri kalanını Rusya Başkanı Vladimir Putin’in Türkiye’deki bir benzeri olarak yaşayabilir...

Şuan gösterilerin başlangıç noktası olan Gezi Parkı’nda, Taksim Meydanı’nda, başkent Ankara’da sorulan soru şudur: acaba Erdoğan’ın Gezi Parkı’nın ilk isteklerini kabul etmeye siyasi kararlılığı ve cesareti var mıdır?

Bu kişisel bir hayali olan Topçu Kışlası’nı yeniden inşa edip, parkı bir AVM’ye çevirmekten vazgeçmesi demektir. Ancak başbakanın geçmiş performansları bunun aksini söylüyor.

Hatta muhtemelen olayların çok hızlı bir şekilde bu noktaya gelmesini tek ve en önemli nedeni de, başbakanın aynı geçmiş yıllarda da kendini gösterdiği gibi, eleştiri ve muhalefeti dinlemekteki yeteneksizliğidir.

Hitabı ve dili öylesine kontrolden çıkabilmektedir ki, kadınlara kaç çocuk doğularacaklarından, bir kafede bir kadehin keyfini çıkaran insana alkolik diyebilecek kadar ileri gidebilmektedir.

Dahası, ülkedeki yasal bütün sendika ve örgütlerin gösterileri, siyasi hareketler ve öğrenci grupları orantısız bir polis şiddetiyle bastırılmaktadır.

Sadece iki yıl önce oyların neredeyse %50’sini alarak seçimle başa gelmiş bir hükümetin, durdurulamaz bir ekonomik büyüme içinde olan bir devletin böylesine bir şiddet ve baskı yönetimi içinde olması anlamsızdır.

Bu denli bir halk desteği alan bir hükümetin birkaç gösteriye tahammül edemeyip, çevreyi bozacak, rant peşindeki şehir yenileme projeleri yerine, meşru ve haklı bu istekleri kabul edemeyişini merak edebilirsiniz.

Yurt dışında ve ülkesinde saygı gören, seçilmiş bir başbakan halkından gelen herhangi bir muhalefeti neden böylesine bir şiddetle bastırmak istesin? Hem de durum Türkiye siyasetinin zirvesindeki koltuğunu tehtid bile etmezken...

Cevabın bir kısmı Türkiye’nin yakın tarihindeki demokratik olmayan müdahelelerde yatıyor: Kemalist zümre, ordu, yargı ve sözde “derin devlet” gibi unsurların görünür devlet mekanizmalarında hareket ederek, 2002’de seçimleri ilk kazandığı günden beri AK Parti’nin sonunu getireceklerine dair olan komplo teorisi.

O zamandan beri parti, 2000’lerin ortasında Hristiyan misyonerlerin çözülmemiş suikastlarına dayanarak aşırı-milliyetçi grupların kurguları, Türk-Ermeni gazeteci Hrant Dink cinayeti, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün seçiminden önce yapılan Cumhuriyet Yürüyüşleri ve 2008’de parti alehine Anayasa Mahkemesi’nin kıl payı durdurduğu yasama karşısında bir iktidarına karşı sorunlar yaşamıştır.

Bütün bu deneyimler, Erdoğan ve AKP’nin diğer birçok üyesin, Türk siyasetine bir komplo gözlüğünden bakmasına neden olmaya başladı. Ancak bu deneyimlerin sorumluluğu sadece AKP’de değildir.

Daha da önemlisi, yasama ve ordudan gelen bu tip müdaheleler AKP hükümetini, kurum ve kuruluşları yandaşlarıyla doldurarak zaten zayıf olan kontrol ve denge mekanizmalarını kaldırmaya yöneltti.

Komplolara yatkın bu mantık, zayıf kontrol ve denge mekanizmalarıyla birleşince Erdoğan’ın aşırı özgüveni bir yanda, güvensizliği ve taraflılığı öbür yanda tehlikeli bir karışım olmuştur.

Gezi Park’ındaki alışveriş merkezi, üçüncü köprü, yeni havalanı, Marmara Denizi ve Karadeniz’i birleştirmesi gereken proje kimseye danışılmaksızın, toplumsal tartışma olmadan düzenlenmiştir.

Bu projelere yöneltilen her türlü eleştirinin başbakana yerli ve yabancı güçlerin müdahelesi gibi görünmesi, onun güvensizliğinin bir göstergesidir. Taksim protestolarının gizli ordu ajanları, koyu Kemalistler, İran ajanları ya da Suriye provokatörleri tarafından yapılmadığını anlayamayışı, kendi felaketinin başlangıcıdır.

Erdoğan’ın aklı selim bir değerlendirme varıp, Gezi Parkı protestocularının isteklerini yerine getirir, polis şiddetine tarafsız bir tutumla Türkiye’yi bir polis devletine çeviren sert müdaheleri gözden geçirir mi bir soru işareti:

Ancak eğer bunları başarırsa, Türk tarihine ülkesini 21. Yüzyıla taşımış, ordunun vesayetini bitirmiş, ülkedeki en geniş azınlık olan Kürtler’in uzun yıllar sürmüş hak savaşını sonlandırmış bir devlet adamı olarak geçme şansı vardır.

Eğer ki başaramazsa, ülkesini kutuplaşmaya, siyasi huzursuzluğa sürükleyecek; hükümeti, ekonomi ve sonuçta Türkiye kaybedecektir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder