4 Haziran 2013, Tim Arango
Esas Makale: http://www.nytimes.com/2013/06/03/world/europe/development-spurs-larger-fight-over-turkish-identity.html?hp&_r=0
İstanbul’da pazar günü hükümet karşıtı protestocular polisle çatışma sırasında bariyerler arkasından sloganlar attı.
İSTANBUL- Bu büyük, üç imparatorluğa başkentlik yapmış şehirde; vinçler yapım alanlarında sallanmakta, metal duvarlar gecekondulara barikat olmakta ve gökdelenler yüzyıllardır gökyüzünü domine eden cami minarelerini aşmakta – hepsi daha cesur işlerin öncüsü.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetinin büyüyen otokratik hırslarının yansıması haline gelişmeler daha önce şimdiki kadar ilerlememişti. Kızgınlık ve hınç son üç gündür sokaklara taşarken, polis, göstericileri biber gazı ve tazyikli su ile engellemeye çalıştı. Halk buldozerlere saldırdı ve yapım araçları şehir merkezinde kalan son parkın yanına sıralandı.
Halkın nazarında şehir alanlarındaki uzun mücadele din, sosyal sınıf ve politikanın kesiştiği Türk kimliği üzerinde daha geniş bir dava olarak yayılıyor. Birçok insanın da kabul ettiği üzere, Türkiye’deki tüm yönetim sınıfları, İstanbul’a damgasını vurmak istedi; ancak hiçbiri büyüyen direnişe rağmen Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğindeki şu anki hükümet olan İslami kökenli Adalet ve Kalkınma Partisi kadar ısrarcı olmadı.
Erdoğan, Pazar günü televizyonlara çıkarak diktatör suçlamaları ile protestocuların meşruluğunu ve haklılığını açıkça reddetti. Bir konuşmasında, “Biz birkaç çapulcunun meydanlara gelerek insanlarımızı, milletimizi yanlış bilgilere dayanarak provoke etmesine izin vermeyiz” diyerek protestocuları düzene davet etti; ancak bu konuşmayla da provokatif bir tavır sergileyerek protestocuları tekrar Taksim Meydanı’na çekti. Protestocular, aynı zamanda başkent Ankara ve diğer birkaç şehrin sokaklarına da yayıldı, buralarda da polisin biber gazına maruz kaldı.
İstanbul Boğaziçi Üniversitesi’nde tarihçisi Edhem Eldem, hükümeti, geniş çaplı projelere halkın fikrine danışmadan girişmesi nedeniyle eleştirdi. “Bir anlamda güç sarhoşu oldular.” dedi. “Demokratik reflekslerini kaybederek Türk politikasının esas niteliğine, otoriter rejime dönmekteler.”
Hızla değişen İstanbul manzarası, modern Türkiye’yi destekleyen, birbiriyle yarış içinde olan bazı ana fikirleri sembolize ediyor; İslam – laiklik ve kentsellik – kırsallık. Gelişen ekonomiyi ve muhafazakâr yönetici sınıfının özgüvenini, Türkiye’nin Nobel ödüllü, en ünlü yazarı Orhan Pamuk’un romanlarında işlediği imparatorluk sonrası kasvetle çelişen manzarayı vurguluyor.
Erdoğan’ın 10 yıllık yönetimi, ordunun siviller tarafından kontrolü ile Türkiye’nin kültürünü dramatik bir şekilde değiştirdi. Seküler ilkeleri yerle bir ederek, seçmen kitlesini oluşturan muhafazakar halk kitlelerinde türbanlı kadınların yaygınlaşması örneğinde görüldüğü gibi, kamusal alanda dini ifadelerin önünü açtı. İktidarı, birçoğu Anadolu’dan İstanbul’a göç eden dindar kapitalist bir sınıfı da, sınıfsal bölünmeyi derinleştiren bir biçimde besliyor.
Buna karşılık; kendisini Mustafa Kemal Atatürk’ün, modern Türkiye’nin seküler kurucusunun, bıraktığı mirasın varisi olarak gören seküler elit, bu değişimden son derece rahatsız. Bunun yanında, kendilerini Kemalist olarak adlandırmayan ve kamusal alanda dini ifadelere karşı hoşgörü gösteren; ancak Erdoğan’ın “diktatörce” olarak tanımlanan liderlik yöntemine karşı çıkan liberaller de sosyal elitist bir bakış açısı ile imara açma projelerineden rahatsızlık duyuyor.
Uzun iktidar dönemi; kentli entellektüeller ile lüks yerleşim kompleksleri ve alışveriş merkezlerinin yapılabilmesi için evlerinden çıkarılan alt sınıfa mensup birçok bireyde, küskünlük ve kaybetmişlik hissi yaratıyor. Buna karşın, çok daha büyük ihtirasları ve anlaşmazlıkları tetikleyecek pek çok proje tasarı halinde bekliyor: dünyanın en büyük hava limanı, ülkenin en büyük camisi ve İstanbul’un Avrupa yakasını ikiye bölecek bir kanal önerisi – o kadar cüretkar ki projenin en çok sesi çıkan destekçisi Erdoğan bile bu projeyi “çılgın” olarak adlandırdı. Türkiye’de büyük bir azınlık grubu oluşturan Alevi Müslümanları katletmekle suçlanan ihtilaflı bir Osmanlı sultanının adının verildiği üçüncü boğaz köprüsünün temeli ise şimdiden atıldı.
İstanbul’daki seküler Türkler arasında yaygın olan elitizmin bir yansıması olarak; Sabancı Üniversitesi Uluslararası İlişkiler profesörlerinden Ersin Kalaycıoğlu, “Burada doğdum ve burada büyüdüm; ama artık bu şehirde gençliğimden kalma hiçbir şey kalmadı.” diyor. “İstanbul, hayatını kazanabileceğiniz ve zenginleşeceğiniz bir şehir olarak görülmekte. Bu bir altına hücum.” diyerek şehrin, ‘kültürsüz’ Anadolu köylüleri tarafından işgal edilmesi”nden yakınıyor.
Ara Güler, 84, İstanbul’un birçok şehir manzarasını siyah-beyaz fotoğraflayan Türkiye’nin en ünlü fotoğrafçısı; adını kendisinden alan bir kafede otururken, kendisine, kendi şehrini hatırlatan ve hala fotoğraflarını çekmekten hoşlandığı sadece tek bir semtin kaldığını söylüyor: Eyüp – ünlü bir camiye ve birçok muhafazakar Müslüman aileye ev sahipliği yapan deniz kıyısı bir semt. “Birlikte büyüdüğüm İstanbul artık yok,” diyor. “Benim İstanbul’um nerede? Şimdi her şey para için.”
Tarihi bir kamusal toplanma alanı olan Taksim Meydanı’nı, bir Osmanlı kışlası ve alışveriş merkezi kompleksi— tarihçi Eldem’in söylemiyle “Osmanlı şaşaasında bir Las Vegas”, haline getirmeyi planlayan hükümet, gösterileri fitilledi. Bunların yanında, halkın öfkesini çeken birçok başka proje daha bulunuyor.
Yakın zamanda, şehrin en eski sinema salonu yerine bir başka alışveriş merkezi yapılmak üzere yıkıldı. Türkiye’nin First Lady’si Hayrunissa Gül, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi, de dahil olmak üzere birçok karşıt sesin yükselmesine neden oldu. 19. yüzyıldan kalma bir Rus Ortodoks kilisesinin de bir limanın onarımının parçası olarak yıkılma ihtimali mevcut. Hükümet ile bağlantılı birçok müteahhitin toplu konut inşaatı yapmasını mümkün kılmak adına şehrin dışındaki azınlık mahallelerde yaşayan yoksullara evlerini terk etmeleri için ödenek yapılıyor.
Benzer biçimde, havalimanı yakınındaki Avcılar ilçesi, tarih boyunca Bulgar göçmenlerin yerleşim bölgesi, rezidansların yükseldiği bir başka bölge. Süreç ilerledikçe, tapu kayıtları karmaşıklaşıyor; öyle ki mülkiyetin kime ait olduğunu belirlemek kimi zaman imkansız hale geliyor. “Bir gün farkına vardık ve bam, biz daha karşı çıkamadan, 300-400 polis geldi ve restorantımızın buldozerlerle yıkılmasına müdahele etmemizi engellediler.” diyen balık restorantı sahibi Coşkun Turan şöyle ekliyor: “Bizim tapumuzun olmadığını söylediler; ama tapumuzu gösterince, mülkün yalnızca bir kısmına ait olduğunu iddia ettiler ve geri kalanını da yıktılar.”
87 yaşındaki Doğan Kuban, İstanbul’un önde gelen şehir tarihçisi, şimdiye dek sayısız kitap yazdı ve Birleşmiş Milletler ile koruma meseleleri üzerine çalıştı. Şu anki hükümetin kendisine hiç fikir danışmadığından şikayetçi. “Ben, İstanbul tarihçisiyim.” diyerek ekliyor: “Hiç kimse ile görüş alışverişinde bulunmuyorlar.” Hükümeti, İslamiyet öncesi tarihi hiçe sayarak arkeolojik alanları ve yapıları korumadığı için eleştirdi ve Erdoğan’ın yönetimi altındaki Türkiye’nin Batı kültüründen uzaklaşmasına dikkat çekti: “Muhafaza edilen tek şey camiiler. Muhafaza etme, kültürün çok incelikli bir parçasıdır. Avrupa medeniyetinin büyük parçasıdır.”
Protestoların sonucunun ne olacağı ise henüz belirsiz. Erdoğan’ın, kendisi için büyük bir oy bloğu oluşturan dindar muhafazakarların desteğine bel bağlamaya devam edebilmesine rağmen, az sayıda kişi gücünün tehlikede olduğuna inanmıyor. Fakat, Cumartesi günü polis güçlerinin geri çekilmesi ve on binlerce protestocunun Cumartesi günü ve Pazar akşamı Taksim’de gösteri yapmasına izin verilmesi, potansiyel bir politik zarara ve zayıflığa işaret olarak görülüyor.
Bu durum ile ilgili, Soli Özel, akademisten ve köşe yazarı, “Bu Erdoğan’ın yakın tarihte kaybettiği ilk savaştır,” dedi. “Sınırı aştı– aşırı kibri, küstahlığı ve otoriter baskısı duvara çarptı.”
Bütün bunlara rağmen, Pazar günü Erdoğan, Taksim’e alışveriş merkezinin yapılmayacağını, yerine meydana bir başka caminin inşa edileceğini söylerken, cüretkar bir tonda konuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder